Tuhaf bir rüya gördüğünüz ve tüm gün boyunca etkisinden çıkamadığınız zamanlar oldu mu? Her ne kadar hayat boyu rüya görmeye alışsak da bu tanımlanması güç durumun bizi şaşırtmasına bir türlü engel olamıyoruz. Rüya konusunu anlayabilmemiz için öncelikli olarak uyku nedir ve niye uyuruz sorularına cevap verelim. Çok basit bir şekilde anlatmak gerekirse uyku dinlenmek ve vücudun kendisini yenilemesi için gerekli hormonların salgılandığı bir süreç olarak tanımlanabilir. Sağlık açısından oldukça önemli olan uyku sayesinde bağışıklık sisteminin güçlenmesi ve beynin gün içinde kullanması için gereken enerjinin yenilenmesi sağlanır. Uykunun en ilginç etkilerinden biri ise gün içinde kısa süreli hafızaya kaydedilen bilgilerin uzun süreli hafızaya aktarılmasıdır. Hafıza sistemimiz hala gizemini korurken, pek çok araştırmada uykunun perde arkasında bu sistemin bakım ve saklama işlemlerini bu sırada yaptığı ortaya çıkmıştır. Neden uyuduğumuz konusunda bilim insanları bir konsensus içinde olmasalar da, doğru ve ortak neden biyolojik saatimizin gereği uykumuzun geldiğidir. Bunun yanı sıra uyku psikoloji açısından da büyük önem taşımaktadır.
Beş farklı frekanstaki EEG ölçümlerine göre insan uykusu farklı evrelere ayrılır. Bu sınıflandırma iki temel evrede gruplanarak REM ve NREM olarak adlandırılmıştır. Uykuda geçirdiğimiz zamanın büyük bölümü yavaş dalgada, diğer bir deyişle NREM’de geçer. REM (Rapid Eye Movements – Hızlı Göz Hareketleri) evresinde göz kapaklarının kapalı olmasına rağmen kişi sanki uykuya tam dalmamış gibidir ve gözlerin tıpkı bir şeylere bakıyormuş gibi hızlı hareket ettirir. Bu evrede beyin uyanık olduğumuz duruma çok yakındır ve yüksek bir enerji tüketimine sahiptir. Rüyalar da aslında bu evrede görülür. Rüyaların ve REM evresinin ne olduğuna dair pek çok hipotez mevcuttur. Mutabık olunan ise özellikle bu evrenin gün içinde kazanılan önemli verilerin güçlendirildiği, önemsiz olanların temizlendiği ve eskilerle birlikte düzenlemelerin yapılarak arşivlendiği bilgisidir. REM uykusunun önemli işlevi tehlike, tehdit ve korku gibi birçok riskleri analiz eden duyguların nörolojik bağlantılarını kontrol etmesidir. Bunun sonucunda kişinin dolaylı da olsa karar verme mekanizmasına etkisi olduğunu söyleyebiliriz. Bütün bunların ışığında rüya, uyku esnasında hissettiğimiz görsel ve işitsel duygu bütünlüğü olarak tanımlanabilir.
Bir diğer tuhaf bilgi de rüyada zaman kavramının olmamasıdır. Rüyalar genellikle saniyeler içinde görülür ve gerçek dünyadaki zaman ile karşılaştırılamaz. Bundan dolayı akış hızı çok farklı olduğu için rüya süresini tahmin etmek oldukça zordur. Araştırmalarda dikkat çeken en ilginç nokta, rüya görürken hiçbir bedensel faaliyet olmamasına rağmen beynimizin çok fazla çalışmaya ihtiyaç duymasıdır. Yapılan bazı araştırma sonuçlarında rüya görmek beynin farklı bir etkinliği olarak görülmektedir. Diğer araştırmalara göre ise bilinçaltının uyku esnasında dışarı vurumu olarak tanımlanır. Uyurken insan beyninin aktif olmasının bir örneği olarak rüyalar gösterilebilir. Bilim insanları tarafından rüya görmek ile ilgili pek çok teori ileri sürülmüştür. Freud’a göre rüyalar, insanın günlük yaşamında arka plana itilmiş, toplumsal ve ahlaki değerlerle kontrol altında tutulmuş ya da bastırılmış düşünce ve duygularının uykuda rahatça ortaya çıkmasından dolayı görülür. Rüyalar çoğu zaman o kişinin kaygılarını, ilgi alanlarını ve duygusal yaşantılarını gösterir. Bazı insanlar rüyalarında o gün işlerinde yaşadıkları problemleri çözmeye çalışırlar. Bazı evrimsel psikologlar ise rüyaların tehlike ve tehditlere karşı bir simülasyon olduğunu ve bunlardan kendimizi korunmamızı sağladığını, problemleri daha kolay çözebilmemize yaradığını öne sürmüşlerdir. Fakat rüya konusunda bilim dünyası gerçekten birkaç parçaya bölünmüş denilebilir. Çünkü bazı bilim insanlarına göre ise rüyaların hiçbir anlamı yoktur. Rüyalar sadece sinirsel gelişimimizin bir parçasıdır ve son derece amaçsızdır.
Yapılan araştırmalardan elde edilen sonuçlara göre kişilerde rüya görmeye sebep olan etkenler arasında en sık yaşanan duygu kaygıdır. Yaşamları ya da yaratılışları nedeniyle erkeklerin kadınlara göre daha fazla saldırgan içerikli rüyalar gördüğü iddia edilmiştir. Genellikle rüyaların %10’unda cinsel içerik bulunur ve hormon yapıları dolayısıyla bu durum gençlerde daha fazladır. Yapılan bazı araştırmalarda insanların sadece %12’si siyah beyaz rüya gördüklerinin farkına varmışlardır. Uyku laboratuvarlarında yapılan deneylerde REM uykusuna girerken uyandırılan ve bundan dolayı da REM yoksunluğu oluşturulan kişilerde ertesi gün daha fazla kaygı, sinirlilik, tahammülsüzlük ve odaklanma güçlüğü olduğu gözlemlenmiştir. Bazı çalışmalara göre ise REM uykusu baskılanırsa beynin yeni bilgileri öğrenme ve yaşanan güne ilişkin bilgileri hatırlamada güçlük yaşadığı tespit edilmiştir.
Bu konu hakkındaki ilginç diğer bir varsayım da hiç rüya görmeyen kişilerin aslında gece uykularının çok daha az bölündüğüne, bu kişilerin deliksiz ve derin uyuduğuna dairdir. Yapılan araştırmalarda genellikle rüya gördükten beş dakika sonra rüyanın %50’sini, on dakika sonra ise %90’ını unuttuğumuz iddia edilmiştir. Bu konuya yanıt arayan Freud “Rüyalarımızı unuturuz çünkü bizim bastırdığımız istek ve dürtülerimizi içerir. Bilincimizde onları hatırlamak istemeyiz” demiştir. Rüyaların gerçek olması denilen olgu ise aslında rüyaların anımsanması süreciyle ilgili olabilir. Örneğin kişi gece rüyasında salıncak görsün, salıncak gördüğünü ertesi gün yaşantısında salıncakla karşılaşınca hatırlayacaktır. Salıncak ile karşılaşma olasılığının ortaya çıkması ve gerçekleşmesi ile beyin otomatik olarak rüyasının çıktığı konusunda kişiyi yönlendirecektir. Özetlemek gerekirse, rüyalar üzerine birçok teori ve araştırma bulunsa da hala bu konuya net bir açıklama getirilmiş değildir ve bu konunun daha çok araştırılmaya ihtiyacı vardır. Fakat eldeki bilgiler ile birlikte bile insan uykusunun ve rüyaların oldukça tuhaf ve ilgi çekici olduğunu söylemek kesinlikle yanlış olmaz.