2008’de ABD’de patlak veren ekonomik kriz hızla küresel boyuta geçince, dünyanın nispeten zayıf ekonomileri vakit kaybetmeden bu krizden nasibini almaya başladılar. Bunların başında Avrupa’nın zayıf karnı olarak gösterilen Yunan ekonomisi geliyordu. Küresel krizin getirileri, Yunanistan’ın geçmişten gelen ve sürdürülemeyen borçları ile birleşince, Yunanistan kendisini apayrı bir krizin ortasında buldu. Bu bağlamda, Yunanistan tarihinin yaşadığı en büyük krizde hem iç hem dış faktörlerin etkili olduğu söylenebilir.
2009’da, ülkede yaşanan ekonomik sıkıntılar iyice arttı. Bunun üzerine Yunan hükümeti kemer sıkma politikaları uygulasa da pek çoğu olumlu sonuç vermedi. Bir de üzerine, Yunan hükümeti süregelen borçlar ve kamu açıkları ile ilgili verileri saptırarak açıklayınca, yatırımcılar ve Yunanistan arasında “bağımsız borç krizi” endişesi başladı. Yunanistan tüm dünyadaki yatırımcılara karşı hızla güven kaybetmeye başladı.
2011 yılına geldiğimizde kriz tam doruk noktasına ulaştı. Acil olarak borç bulmaya çalışan Yunanistan AB’nin kapısını çaldı. Borç alma süreçleri uzayınca, Yunanistan başbakanı Yorgo Papandreu baskılara dayanamayarak istifa etti. Yerine gelen hükümette Yunan ekonomisinin yaralarını saramayınca, kriz finansal bir olay olmaktan çıktı. Yunanistan krizi, halka indi ve reel ekonominin iflas etmesine kadar uzanan bir yola girdi. İnsanlar maaşlarını alamadılar ve alım güçleri her geçen gün azaldı. Sürekli yeni hükümetler ve yeni çözüm planları gündeme geldi ama hiçbiri komşudaki krize mani olamadı.
Yunanistan’ın 2011’den beri yoğun şekilde yaşadığı ekonomik krizin etkileri 2020’li yıllarda bile devam ediyor. Yunan ekonomisi, tarihte bir karma ekonomi modelinin gördüğü en uzun durgunluk sürecini yaşadı. Bunun sonucunda Yunanistan siyasi sistemi tepetaklak oldu. Yüz binlerce Yunan vatandaşı ülkeyi terk ederek, diğer AB ülkelerinde iş arama yoluna gitti.