Alman yazar Arno Strobel’in en çok ilgi gören romanlarından biri olan Koğuş, ülkemizde Pegasus Yayınları aracılığıyla okurlarla buluşmuştur. Atilla Dirim tarafından Türkçeye çevrilen eser 352 sayfadan oluşur. Heyecan dozu bir an olsun düşmeyen ve ilk sayfasından itibaren okuru içine çekmeyi başaran bu roman, sayısız okur tarafından psikolojik gerilim türünün en başarılı örneklerinden biri olarak nitelendirilmiştir. Siz de bu türden kitaplar okumayı seviyorsanız gelin, Koğuş’un konusuna daha yakından göz atalım:
Sybille hiç penceresi olmayan küçük bir koğuşta gözlerini açtığında, karşısında duran doktorlardan iki aydır komada olduğunu öğrenir. Bilinçsiz yattığı süreç öncesinde son hatırladığı şey, gecenin bir yarısında karşısına bir arabanın çıktığıdır. Bu sırada bir kol ona doğru uzanmış ve küçük oğlunu Sybille’in kucağından çekip almıştır. Sybille kendine gelir gelmez doktorlara oğlunun nerede olduğunu sorar. Ancak ona, onun hiçbir zaman çocuğu olmadığını söylerler.
Doktorlara güvenmediği için bir şekilde içinde tutulduğu koğuştan kaçan Sybille, apar topar evine giderek kocasıyla konuşmaya çalışır. Ne var ki, kocası da onunla hiçbir zaman evlenmediğini, haliyle bir çocuklarının da olmadığını iddia etmektedir. Peki, Sybille’in komaya girmeden önce sahip olduğunu sandığı hayatı tamamen bir hayalden mi ibarettir? Eğer tüm bunlar gerçekse, oğlu kim tarafından ve neden kaçırılmıştır? Daha da önemlisi, Sybille kimsenin ona inanmadığı, onun da kimseye güvenmediği bu ortamda başına gelenlerin ardındaki sır perdesini nasıl aralayacaktır?