Ülkemizde Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’nın Modern Klasikler Dizisi’nin üçüncü eseri olarak yayımladığı Otomatik Portakal, Anthony Burgess’ın imzasını taşıyan ve dünya çapında ünlü olan bir roman. Aslında bu büyük şöhrette Stanley Kubrick’in de çok önemli bir payı var. Çünkü onun romanı 1971 yılında, yani eserin yayımlanmasından yaklaşık on yıl sonra beyazperdeye uyarlaması büyük ses getirdi. Kubrick gerçek anlamda bir başyapıta imza attı. Ancak kitabın mı, yoksa filmin mi daha iyi olduğuna dair bir fikir birliğine varılmış değil. Çünkü Anthony Burgess Otomatik Portakal’da en az film kadar güçlü ve çarpıcı bir anlatı kuruyor. Üstelik bunu görsel bir öge üzerinden değil, yalnızca bir metinle yapıyor. Dost Körpe tarafından Türkçeye çevrilen eser toplamda 176 sayfadan oluşuyor.
Distopik bir eser olduğunu rahatlıkla söyleyebileceğimiz Otomatik Portakal’ın baş kahramanı, 15 yaşında bir genç olan Alex. Alex hayatına biraz renk katmak için geceleri sokakları cehenneme çeviren ve şiddet eğilimi çok yüksek gençlerden oluşan bir sokak çetesine katılıyor. Uzun süre bu çetenin bir parçası olan ve işlediği suçların sayısı yaşını aşmış Alex, bir gün tutuklanarak vahşi bir rehabilitasyon sürecine alınıyor. Onun beynini yıkamayı ve yeniden topluma faydalı bir birey haline dönüşmesini amaçlayan bu rehabilitasyon süreci; modern toplumun ikiyüzlü tavrını ve ilgisiz aile yapısını çok çarpıcı bir şekilde eleştiriyor. Burgess şiddet, uyuşturucu ve korkunç terapi seanslarıyla dolu bir metinden çok etkileyici bir hikaye çıkarmayı başarmış. Bunu yaparken okurlarına çok önemli bir soru yöneltiyor: Bu korkunç dünyada iyi biri olmak mümkün mü?