2018 yılında on bölümlük bir mini dizi halinde yayınlanan The Haunting of Hill House, Netflix imzalı bir korku/psikolojik gerilim dizisi. Shirley Jackson’un 1959 yılında okurlarla buluşan ünlü romanı Tepedeki Ev’den uyarlanmış olan bu yapım, Mike Flanagan’ın imzasını taşıyor. Aslında bu dizi, Tepedeki Ev’in ilk uyarlaması değil. Geçmişte sinemaya defalarca kez uyarlanmış olsa da, The Haunting of Hill House’un uyarlamasının orijinale sadık bir versiyon olmadığını da belirtmek gerek. Dizi temelini roman üzerine kursa da devamında kendi dünyasını inşa ederek ilerliyor. İşin doğrusu, birçok izleyici Netflix’ten korku türünde bu kadar başarılı bir yapım beklemiyordu. Dizinin en parlak yönlerinden biri, korku/gerilim atmosferini oldukça başarılı bir şekilde inşa etmenin yanı sıra, bir yandan da güçlü bir aile dramasını anlatıyor.
Başrollerinde Michiel Huisman, Timothy Hutton, Carla Gugino, Elizabeth Reaser ve Oliver Jackson-Cohen’i izlediğimiz The Haunting of Hill House, beş kardeşin hem gerilim yüklü hem de hüzün dolu öyküsünü anlatan bir dizi. Steven, Theodora, Shirley, Nell ve Luke; çocukluk yıllarını anne ve babalarıyla bir köşkün içinde geçirmiş ve bu köşkte annelerini kaybetmişler. Söz konusu köşk, çocuklar yetişkinlik çağına geldiklerinde ülkenin en ünlü “perili evi” olarak adlandırılmaya başlanmış. En büyük kardeş olan Steven, bu evin gördüğü popülariteyi de kullanarak odağına paranormal olayları olan bir dizi kitap kaleme alıyor. Ancak bu esnada kardeşlerin yaşadığı büyük bir trajedi, onları yeniden bir araya gelmeye ve çocukluklarının en büyük travması olan bu köşkle yüzleşmeye zorluyor. Hem geçmişten hem de günümüzden kesitler izleyerek takip ettiğimiz dizide, adım adım geçmişte o köşkün içinde neler yaşandığına da tanıklık ediyoruz.