Charles Dickens imzalı bir roman olan "İki Şehrin Hikayesi"nin dünya edebiyatının en büyük başyapıtlarından biri olduğu konusunda hemfikir olmayan yoktur. İngiliz edebiyatının en önemli yazarlarından olan Dickens, 200 milyondan fazla satan bu eserinde Fransız Devrimi ekseninde Paris ve Londra şehirlerini mercek altına alır. Ülkemizde birçok yayınevi tarafından farklı çevirilerle basılmış roman, yaklaşık 460 sayfa uzunluğundadır. Romanın giriş cümlesi olan “Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü.” cümlesi de edebiyat tarihine altın harflerle kazınmıştır.
"İki Şehrin Hikayesi", tarihin en karışık dönemlerinden birini, Fransız İhtilali’nin öncesini ve sonrasını anlatır. Bu dönemde Paris sokaklarında her gün yeni bir ölüm yaşanmakta, giyotinle idam artık sıradan bir olay gibi karşılanmaktadır. Bastille Hapishanesi’nde geçirdiği on sekiz yıldan sonra özgürlüğüne kavuşan Doktor Alexandre Manette’nin yolu, İngiltere’ye eğitim almaya giden kızı Lucia ile Paris’te yeniden kesişir. Lucia burada Fransız bir aristokrat ailenin oğluyla tanışır ve evlenmeye karar verir. Dickens bu olay örgüsü üzerinden Paris ve Londra şehirlerinin Fransız İhtilali’nden nasıl etkilendiğini gözler önüne serer. Her iki şehri karşılaştıran ve dönemin toplumsal atmosferini oldukça başarılı bir şekilde yansıtan yazar, aynı zamanda devrim mücadelesine, zulme, zalimlere, ezilenlere ve aşka da ışık tutar.
Klasik edebiyatın kilometre taşlarından biri olan "İki Şehrin Hikayesi", hem güçlü lirizmi hem de muhteşem sürükleyiciliği ile gelmiş geçmiş en büyük romanlardan biridir. Eğer henüz "İki Şehrin Hikayesi"ni okumadıysanız emin olun çok şey kaçırıyorsunuz.
